İki bin yıldan uzun süredir ayakta duran Yazılıkaya anıtı ve üzerindeki yazılar insanoğlunun zamana karşı direnme mücadelesinin hiç değişmediğini hatırlatıyor.
Seyitgazi'de geçirdiğimiz geceden sonra ve belediye başkanının Yazılıkaya'ya gidecek bir araç bulamadığını öğrenmemeizle erkenden yola koyulduk. Frigya Vadisi'ne ve görmeyi umduğumuz Yazılıkaya'ya yaklaşık 30 km yolumuz vardı ve dün akşamki başarısız denememizden sonra ikinci kez yollardaydık. Düzenli araç seferi yapılmayan ve yakınında küçük bir köy bulunan Yazılıkaya'ya otostopla gidebilme olasılığımız düşüktü ancak maceracı ruhumuz işin istatistiksel yanıyla ilgilenmiyordu.
"Es-Es Gezisi 1: Eskişehir"i okumak için tıklayın.
"Es-Es Gezisi 2: Seyitgazi"yi okumak için tıklayın.
Sabahın erken saatinde ilçeden ayrılan araç sayısı sınırlıydı. Yavaş yavaş ilçe sınırını yürüyerek aşarken nihayet bir kamyonu durdurabildik. Orta yaşlı kamyon şoförü Kırka ilçesindeki bor madenine gittiğini söyledi. Öğrendiğimize göre orada o gün kurulan bir pazar vardı ve belki oradan Yazılıkaya'ya gidecek bir araç bulabilirdik. Biz de başka bir planımız olmadığından bu fırsatı değerlendirmek istedik. Yol boyunca birçok konuda sohbet ettik. Bölgedeki bir barajın yakınından geçtik ve Kırka ilçesi girişindeki bor madenini dışarıdan da olsa gördük. Şoföre teşekkür edip pazar yerini bulmak için yola koyulduk.
Bu arada dikkatimi çeken iki şeyi belirtmek istiyorum: Birincisi hem Eskişehir hem de gördüğüm ilçeleri bana çok küçük geldi. İkincisi, geçip gittiğimiz bütün köyler nedense terk edilmiş gibi ıssız görünüyordu. Sanırım bu iki düşüncemin nedeni açık: İstanbul'da yaşamak.
Pazar yerine yürürken içinde Türk büyüklerinin büstlerinin olduğu küçük bir park gördük. Girip turlamaya başladığımızda yabancı turist oldukları belli yaşlı bir çiftle karşılaştık. Yanaşıp iletişim kurma çabalarımız pek başarılı olmadı. İtalyan çiftten kadın olanı sadece İtalyanca biliyordu - ki biz bilmiyorduk - adam ise biraz İngilizce ve birkaç Türkçe sözcük biliyordu. Onların da Yazılıkaya'ya gitmekte olduklarını öğrendik ancak "Biz de oraya gidiyoruz. Bizi de götürür müsünüz?" demek istememize rağmen bunu söyleyemedik. Çünkü iletişim kurmak pek kolay değildi ve bu isteğimizin kabul edilme ihtimali zaten çok azdı. Biz de az sonra oradan ayrıldık.
Pazar yeri daha yeni kuruluyordu. Oradaki bir amca bize çok akıllıca birşey söyledi: Bizi Yazılıkaya'ya götürecek birini bulsaydık bile onun dönüşü için akşama kadar beklememiz gerekirdi. Peki, bizim bu kadar vaktimiz var mıydı? Bir dakika, kol saatime bakıyorum: Hayır, o kadar vaktimiz yok!
Pazar fikrinden vazgeçtik ve yola yeniden koyulduk. Beş dakika kadar sonra bir otomobil otostop işaretimizle durdu. Otuzlu yaşları civarındaki adam birkaç kilometre ötedeki köyüne gittiğini, bizi de oraya kadar götürebileceğini söyledi. Bu iyi haberdi. Oradan yola devam etmek için belki başka bir araç bulurduk. Ya da bulamazdık!
Durumumuzu anlattık, biraz da tarihten falan konuştuk. Sonra ne oldu dersiniz? Adam bizi Yazılıkaya'ya kadar bırakacağını söyledi. Muhteşem bir haberdi ve ne kadar teşekkür etseydik azdı.
Bir tepeden Frigya Vadisi'ni seyrederken, şapkamla kovboy gibi görünüyorum.
Ve nihayet sabah yola koyulduktan yaklaşık iki saat sonra son durağımız olan Yazılıkaya'daydık. Başarabileceğimizden bile emin değilken yardımsever insanımız sayesinde sadece iki saat sonra hedefimize varmıştık. Şimdi tarih kokan bölgeyi gezmenin tadını çıkarabilirdik. Biri dönüş yolculuğunu mu sordu? Dert etme, bunu sonra hallederiz!
Resimde gördüğünüz anıtı, kaya oyması mezarlıkları ve yer altına inen merdivenli yolları bir bir inceledik, gezdik ve bol bol fotoğraf çektik. Binlerce yıl önce Frigler'in burada yaşadıkları, savaştıkları ve öldükleri, geride bunları bıraktıklarını yerinde düşünmek farklı duygular hissettiriyor insana. Çok iyi tanıtımı yapılmasa da ve çok iyi ulaşımı ya da hizmeti olmasa da yine de gidilip görülmeye değer bir yer. Tarihe çok derin ilgisi olmayan ben bunu söylüyorsam tarih merkalıları mutlaka burayı ziyaret etmeli.
Güzel bir gün geçirmiştik. Sıra dönüşe geldiğinde bunu nasıl gerçekleştireceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu. Birşeyler atıştırmak ve düşünmek için durmak üzereyken daha önce Kırka'da konuştuğumuz İtalyan çiftle yine karşılaştık. Ben bunun işe yaramayacağını söylediysem de Ahmet geri dönüş için onlardan yardım istemeyi kafasına koymuştu. Yanaştık ve laf açıp durumu izah ettik. Beklemediğim bir şekilde çift bizi geri götürmeyi kabul etti. Zaten Eskişehir'e gideceklermiş. Az sonra gezi bölgesinden köye indik ve bizi karavanlarına kabul ettiler. Bu küçük fakat sevimli araçta birlikte öğle yemeği yedik ve iletişim sınırlarını zorlayan İtalyanca, İngilizce, Türkçe karması bir sohbet aramızdaki samimiyeti kısa sürede güçlendirdi.
Bu İtalyan çiftle unutulmayacak bir anımız oldu. Onlarla Frigya Vadisi'ndeki başka anıtları ve kaleleri birlikte gezdik. Sonra Seyitgazi'ye döndük ve birlikte Seyit Battal Gazi Türbesi'ni dolaştık. Daha sonra Eskişehir'e döndük ve aralarında önceki gün Ahmet'le görme fırsatımızın olmadığı Cam Müzesi, Bilim Parkı gibi birkaç yeri daha birlikte gezdik. Gece olduğunda bir kafeye gittik ve çay içip sohbet ettik. Giovanni - sanırım böyle yazılıyor - ve eşi harika insanlar. Onlarla ilk karşılaştığımızda soğuk görünmelerine rağmen kısa sürede ne kadar sıcakkanlı ve dostane insanlar olduklarını gördük.
İtalyan yol arkadaşlarımızla çay içerken
İstanbul'a dönüş trenimiz gece yarısındaydı. Birkaç saat önce bizi istasyona bıraktılar ve İtalyan arkadaşlarımızla vedalaştık. Treni beklerken geçirdiğimiz saatlerde gezimizi değerlendiriyorduk. Hiç şüphesiz çok şanslıydık. Beklediğimizden çok daha keyifli ve maceralı bir seyahat olmuştu. Yardımsever insanlarla tanışmış, doğal ve tarihi yerleri gezmiş, Eskişehir'i görmüştük.
Birkaç saat sonra trendeki koltuklarımızda uyuyorduk; trenimiz Haydarpaşa'ya uzanan rayları takip ederken.
Gezimizi anlattığım bu üç bölümlük yazıyı umarım keyif alarak okumuşsunuzdur. Şimdi öykünün bittiği yerden ilk yazıdaki ilk paragrafa dönmenizi istiyorum. Orada ne demek istediğimi şimdi daha iyi anlayacağınızı umuyorum.
Seyitgazi'de geçirdiğimiz geceden sonra ve belediye başkanının Yazılıkaya'ya gidecek bir araç bulamadığını öğrenmemeizle erkenden yola koyulduk. Frigya Vadisi'ne ve görmeyi umduğumuz Yazılıkaya'ya yaklaşık 30 km yolumuz vardı ve dün akşamki başarısız denememizden sonra ikinci kez yollardaydık. Düzenli araç seferi yapılmayan ve yakınında küçük bir köy bulunan Yazılıkaya'ya otostopla gidebilme olasılığımız düşüktü ancak maceracı ruhumuz işin istatistiksel yanıyla ilgilenmiyordu.
"Es-Es Gezisi 1: Eskişehir"i okumak için tıklayın.
"Es-Es Gezisi 2: Seyitgazi"yi okumak için tıklayın.
Sabahın erken saatinde ilçeden ayrılan araç sayısı sınırlıydı. Yavaş yavaş ilçe sınırını yürüyerek aşarken nihayet bir kamyonu durdurabildik. Orta yaşlı kamyon şoförü Kırka ilçesindeki bor madenine gittiğini söyledi. Öğrendiğimize göre orada o gün kurulan bir pazar vardı ve belki oradan Yazılıkaya'ya gidecek bir araç bulabilirdik. Biz de başka bir planımız olmadığından bu fırsatı değerlendirmek istedik. Yol boyunca birçok konuda sohbet ettik. Bölgedeki bir barajın yakınından geçtik ve Kırka ilçesi girişindeki bor madenini dışarıdan da olsa gördük. Şoföre teşekkür edip pazar yerini bulmak için yola koyulduk.
Bu arada dikkatimi çeken iki şeyi belirtmek istiyorum: Birincisi hem Eskişehir hem de gördüğüm ilçeleri bana çok küçük geldi. İkincisi, geçip gittiğimiz bütün köyler nedense terk edilmiş gibi ıssız görünüyordu. Sanırım bu iki düşüncemin nedeni açık: İstanbul'da yaşamak.
Pazar yerine yürürken içinde Türk büyüklerinin büstlerinin olduğu küçük bir park gördük. Girip turlamaya başladığımızda yabancı turist oldukları belli yaşlı bir çiftle karşılaştık. Yanaşıp iletişim kurma çabalarımız pek başarılı olmadı. İtalyan çiftten kadın olanı sadece İtalyanca biliyordu - ki biz bilmiyorduk - adam ise biraz İngilizce ve birkaç Türkçe sözcük biliyordu. Onların da Yazılıkaya'ya gitmekte olduklarını öğrendik ancak "Biz de oraya gidiyoruz. Bizi de götürür müsünüz?" demek istememize rağmen bunu söyleyemedik. Çünkü iletişim kurmak pek kolay değildi ve bu isteğimizin kabul edilme ihtimali zaten çok azdı. Biz de az sonra oradan ayrıldık.
Pazar yeri daha yeni kuruluyordu. Oradaki bir amca bize çok akıllıca birşey söyledi: Bizi Yazılıkaya'ya götürecek birini bulsaydık bile onun dönüşü için akşama kadar beklememiz gerekirdi. Peki, bizim bu kadar vaktimiz var mıydı? Bir dakika, kol saatime bakıyorum: Hayır, o kadar vaktimiz yok!
Pazar fikrinden vazgeçtik ve yola yeniden koyulduk. Beş dakika kadar sonra bir otomobil otostop işaretimizle durdu. Otuzlu yaşları civarındaki adam birkaç kilometre ötedeki köyüne gittiğini, bizi de oraya kadar götürebileceğini söyledi. Bu iyi haberdi. Oradan yola devam etmek için belki başka bir araç bulurduk. Ya da bulamazdık!
Durumumuzu anlattık, biraz da tarihten falan konuştuk. Sonra ne oldu dersiniz? Adam bizi Yazılıkaya'ya kadar bırakacağını söyledi. Muhteşem bir haberdi ve ne kadar teşekkür etseydik azdı.
Bir tepeden Frigya Vadisi'ni seyrederken, şapkamla kovboy gibi görünüyorum.
Ve nihayet sabah yola koyulduktan yaklaşık iki saat sonra son durağımız olan Yazılıkaya'daydık. Başarabileceğimizden bile emin değilken yardımsever insanımız sayesinde sadece iki saat sonra hedefimize varmıştık. Şimdi tarih kokan bölgeyi gezmenin tadını çıkarabilirdik. Biri dönüş yolculuğunu mu sordu? Dert etme, bunu sonra hallederiz!
Resimde gördüğünüz anıtı, kaya oyması mezarlıkları ve yer altına inen merdivenli yolları bir bir inceledik, gezdik ve bol bol fotoğraf çektik. Binlerce yıl önce Frigler'in burada yaşadıkları, savaştıkları ve öldükleri, geride bunları bıraktıklarını yerinde düşünmek farklı duygular hissettiriyor insana. Çok iyi tanıtımı yapılmasa da ve çok iyi ulaşımı ya da hizmeti olmasa da yine de gidilip görülmeye değer bir yer. Tarihe çok derin ilgisi olmayan ben bunu söylüyorsam tarih merkalıları mutlaka burayı ziyaret etmeli.
Güzel bir gün geçirmiştik. Sıra dönüşe geldiğinde bunu nasıl gerçekleştireceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu. Birşeyler atıştırmak ve düşünmek için durmak üzereyken daha önce Kırka'da konuştuğumuz İtalyan çiftle yine karşılaştık. Ben bunun işe yaramayacağını söylediysem de Ahmet geri dönüş için onlardan yardım istemeyi kafasına koymuştu. Yanaştık ve laf açıp durumu izah ettik. Beklemediğim bir şekilde çift bizi geri götürmeyi kabul etti. Zaten Eskişehir'e gideceklermiş. Az sonra gezi bölgesinden köye indik ve bizi karavanlarına kabul ettiler. Bu küçük fakat sevimli araçta birlikte öğle yemeği yedik ve iletişim sınırlarını zorlayan İtalyanca, İngilizce, Türkçe karması bir sohbet aramızdaki samimiyeti kısa sürede güçlendirdi.
Bu İtalyan çiftle unutulmayacak bir anımız oldu. Onlarla Frigya Vadisi'ndeki başka anıtları ve kaleleri birlikte gezdik. Sonra Seyitgazi'ye döndük ve birlikte Seyit Battal Gazi Türbesi'ni dolaştık. Daha sonra Eskişehir'e döndük ve aralarında önceki gün Ahmet'le görme fırsatımızın olmadığı Cam Müzesi, Bilim Parkı gibi birkaç yeri daha birlikte gezdik. Gece olduğunda bir kafeye gittik ve çay içip sohbet ettik. Giovanni - sanırım böyle yazılıyor - ve eşi harika insanlar. Onlarla ilk karşılaştığımızda soğuk görünmelerine rağmen kısa sürede ne kadar sıcakkanlı ve dostane insanlar olduklarını gördük.
İtalyan yol arkadaşlarımızla çay içerken
İstanbul'a dönüş trenimiz gece yarısındaydı. Birkaç saat önce bizi istasyona bıraktılar ve İtalyan arkadaşlarımızla vedalaştık. Treni beklerken geçirdiğimiz saatlerde gezimizi değerlendiriyorduk. Hiç şüphesiz çok şanslıydık. Beklediğimizden çok daha keyifli ve maceralı bir seyahat olmuştu. Yardımsever insanlarla tanışmış, doğal ve tarihi yerleri gezmiş, Eskişehir'i görmüştük.
Birkaç saat sonra trendeki koltuklarımızda uyuyorduk; trenimiz Haydarpaşa'ya uzanan rayları takip ederken.
Gezimizi anlattığım bu üç bölümlük yazıyı umarım keyif alarak okumuşsunuzdur. Şimdi öykünün bittiği yerden ilk yazıdaki ilk paragrafa dönmenizi istiyorum. Orada ne demek istediğimi şimdi daha iyi anlayacağınızı umuyorum.
Yorum Gönder
Yorum yaparken Türkçe'yi doğru kullanma ve argo sözcüklerden kaçınma hassasiyetiniz için teşekkürler!