Kendi Çölünde Kaybolanların Hikayesi

 
 
- İsmail Abi!
- Huopp...
- Ne yaptın?
 
"4, 8, 15, 16, 23, 42." Aksakallı dede, Mecnun ile çölde ilk karşılaştığında bu sayıları tekrarlıyordu. O anda işkillenmeye başlamıştım. Bu dizide farklı birşeyler vardı. Bunu zamanla daha iyi anlayacaktım. Geç de olsa merakla başlayan Leyla ile Mecnun seyrim unutulmaz bir maceraya dönüşecekti.
 
Çok fazla dizi izlemedim. Başından sonuna izlediğim çok az dizi olmuştur. Leyla ile Mecnun'u yayında olduğu zamanlar kanal zaplarken görmüştüm bir iki defa. Yalnız gördüğüm sahnelere pek bir anlam verememiştim. Çevremde pek konuşulduğunu da hatırlamıyorum. Nedense yayından kaldırıldığına dair çıkan haberler bir süre epey konuşulmuştu. Tabi bu durum beni o zaman pek ilgilendirmiyordu. Sonra bir gün tesadüf eseri Leyle ile Mecnun'un tekrarlarına denk geldim. Dikkatimi çekti ve bir süre izledim. O kısa sürede hakkında hiçbir şey bilmediğim hikayesine rağmen epey güldüm. Ama ne izlediğimi henüz bilmiyordum. Sonra işim olduğu için bırakmam gerekti ama dizinin adına bakmayı ihmal etmedim: "Leyla ile Mecnun."
 
İleriki bir dönemde zamanım olduğunda internetten izlemeye başladım Leyle ile Mecnun'u. Aslında, önceden denk geldiğim bölüm ilk bölümüymüş zaten. Ve ilk karşılaştığımda beni çeken şeyi tüm bölüm boyunca hissettim. Sonra zaten bölümleri ardı ardına izlerken buldum kendimi.
 
Ben bu oyunu bozarım!
 
Bazı şeyleri açıklamak çok zordur. Sanırım bu diziyi açıklamak da öyle. Belki de o yüzden "absürd" diye tanımlamak uygun bulunmuştu. Çünkü Leyla ile Mecnun'u kalıplara sığdırmak epey zor. Komedi dizisi desem yüzde ellisini yakalamış olurum belki. Gerisi ise birçok şeyin karışımı. Hayat gibi...
 
Gidelim ağızlarını burunlarını kıralım...
 
Hiç şüphesiz dizinin en temel ögesi ve farklılığı senaryosu. Bu vesile ile yazarı Burak Aksak'ı anmak istiyorum. Yeri geldi gülmekten çenem yoruldu, yeri geldi gözlerim buğulandı. Bazen geleceğe gittik, bazen Mecnun'un rüyalarında dolaştık. Bazen aşk, bazen dostluktu öne çıkan. Ama her daim insanı içine çeken bir samimiyet ve hayal gücü vardı. Bir yerden sonra sanki diziyi izlemiyordum. Sanki tüm bu gerçeküstülülük bir yerlerde, belki de Kireçburnu'nda yaşanıyordu ve ben de tanıklık ediyordum.
 
Çay Erdal Bakkal'da içilir.
 
Mecnun'un Mecnun oluşunu ve Leyla'sı için çöllere düşüşünü izledik. Aksakallı dedenin kendine özgü yöntemleriyle Mecnun'a yol gösterişini seyrettik. Ama bu sadece bir aşk hikayesi değildi. Kireçburnu çakalları toplandığında anlardık yine olaylar olaylar... Ama plan yapmaya başlamak hep zor oldu. Çünkü ekip toplandığında başlayan geyik bitmek bilmezdi. Yine de Nurten'inden izin koparıp diğerlerinin peşinden koşan Şimbilli gibi koştuk her maceraya. Uzaylılar, zaman yolculukları, klonlama, mafya, masallar, efsaneler... Hep bambaşka birşeyin içinde bulduk kendimizi.
 
Ben öyle bir insan mıyım?
 
Kurgu hep üst düzeydeydi. Türk yapımlarından pek aşina olmadığmız bir düzey. Hep arka planda Aksakallı ile Karabasan'ın mücadelesi vardı. Herşey birbiri ile bağlantılıydı. Onlarca bölüm evvel dikkatimizi çekmeyen bir detay ileriki bir bölümde yeniden karşımıza çıkıp önem kazanabiliyordu. Metaforlar taşıdı hikayeyi bazen. Selam duruşları büyük yapıtlara, eleştiri gerçek hayatta olanlara...
 
Senin ağzından çıkanla kulağının duyduğunun tuttuğunu ben daha hiç görmedim.
 
Evde hep aynı hırkayı giymek gibi, başaldığın çekirdek çitlemeyi bir türlü bırakamamak gibi, annenin bağladığı poşeti bir türlü açamamak gibi aynada gördük kendimizi. Daha nice detaylarda herşey o kadar gerçekçi yansıyordu ki "absürd" sıfatı kopuk olan diğer tüm dizilere daha bir uyuyordu sanki. Mahallede toplanıp çay içmenin samimiyetinde bulduk kendimizi. Ve zaten İsmail Abi'nin dediği gibi hayatta herşeyi sallamalı ama çayı demlemeliydi insan...
 
Nurten'in Almanya'daki yeğeni
 
Hiç şüphesiz oyuncuların her birini tek tek alkılaşmak gerekli. Öyle karakterler vardı ki, bunları oynamak yetmezdi. Bu yüzden usta oyuncular kamera karşısında oynamak yerine o karakterlere dönüştüler adeta. Alternatif bir evrenin Kireçburnu'nda Mecnun'un, Yavuz ve İsmail Abi ile sahilde simit yemekte olduğuna ikna olduk.
 
Sarı bıyık ve kaleci saçlı adam
 
Leyla ile Mecnun'u "absürd komedi"den daha iyi tarif edebilecek sıfat belki de "orijinal yansıma" olabilir. Hayatı farklı bir açıdan ve komik bir üslupla yansıttı ve bunu gayet kendine has ve farklı bir yaklaşımla başardı. Hikayenin işlenişi de, karakterleri de, tarzı da oldukça farklıydı bu dizinin. Bu nedenle çok fazla bir kesime hitap edemedi ve birçok sığ dizinin kolaylıkla aldığı reytingleri alamadı. Yine de sevenleri gerçekten sevdi ve bağlandı. Bu sayede en azından sosyal medyada ses getirmeyi başardı. IMDB'de tüm zamanların en yüksek puanlı dizileri arasına girdi.
 
İsmail'e yine kapının önü gözüktü!
 
Her sezon finali farklı bir düzeydeydi. Duyguları yoğunlaştıran ve bitişte çalan özgün müzikleriyle boşaltan bölümlerdi. Üçüncü sezon finali dizinin yayından kaldırılacağı biliniyormuş gibi gerçek bir final havasındaydı. Sonrasında öğrendik ki devam etse imiş, final epey sarsıcı olacakmış.
 
Ama yine de sarsıldık. En azından ben. Bittiğinde öncesine göre daha bir yalnız kalmış hissettim. Artık Erdal Bakkal'da sabah kahvaltısı olmayacaktı. Artık Yavuz şiir okumayacaktı sahildeki bankta. İskender Baba yokuştan aşağı araba vurdurmayacaktı. Mecnun mu Çınar gözlerini kısıp maceraya atılmayacaktı. İsmail Abi'nin genleri laps diye kahkahaya boğmayacaktı.
 
Leyla ile Mecnun bitmişti. "Ama bana böyle bir bilgi gelmedi, kimse bana biteceğini söylemedi," demek istedim Erdal Bakkal edasıyla. Diyemedim...
 
El sallıyorum şimdi. Kireçburnu sahilinde olmasam da, İsmail Abi'nin o umudu ve naifliğiyle... Ve bekliyorum, asla geri dönmeyecek o gemiyi!


2 yorum

Tam bir sene olmuş çölde kaybolalı. Gel artık!

Yanıtla

Çok samimi, çok içten bir yazı olmuş. Ama artık sahalara dönmenin vakti gelmedi mi? Ben de senin bloguna ulaşmış bir okuyucu olarak sana sesleniyorum hooopp! Geri dön... :)

Yanıtla

Yorum Gönder

Yorum yaparken Türkçe'yi doğru kullanma ve argo sözcüklerden kaçınma hassasiyetiniz için teşekkürler!