Es-Es Gezisi 2: Seyitgazi

Porsuk Çayı ve üstündeki köprüden geçen tramvay

Yazının ilk bölümünde Eskişehir'e gidişimizi ve ilk günümüzü anlatmıştım. İkinci bölümde Yazılıkaya'ya gitme çabamızı ve yolda yaşadıklarımızı anlatacağım.

"Es-Es Gezisi 1: Eskişehir"i okumak için tıklayın.

Şehri dolaştıktan sonra epey yorulmuş fakat bir o kadar eğlenmiş halde otobüs garının yolunu tuttuk. Hedefimizde Yazılıkaya'ya gitmek vardı ama nasıl gideceğimiz konusunda en ufak bir fikrimiz yoktu. Gardaki görevlilerden bilgi aldığımızda moralimiz biraz bozuldu. Nitekim tarihi ve turistik bir yer olmasanı karşın Yazılıkaya'ya düzenli olarak sefer düzenlenmiyordu. İnsanlar ancak özel araçlarıyla gidebilirdi. Bizim özel aracımız ise ayaklarımızdı! Ve yanlış hesaplamıyorsam 70 km kadar mesafe vardı. Şimdi ne yapmalı?

Seyitgazi ilçesine iki bilet aldık. Şehir merkezine 40 km uzaklıktaydı. Oradan Yazılıkaya'ya 30 km mesafe vardı. Seyitgazi'ye gittikten sonra yolun geri kalanı için bir çare bulacaktık. Hemen hergün İETT otobüslerine bindiğim için artık bıkmış bir haldeyim ancak şehir dışı otobüs yolculuklarını hala severim. Mp3 çalarımdan güzel müzikler dinlerken tek tük köyler, tarlalar ve çayırlarla çevrili yolu izlemek çok keyifliydi.

Bir buçuk saat sonra Seyitgazi'ye vardığımız da bir de otobüsümüzün şoförüne danıştık. O da bildiği kadarıyla Yazılıkaya'ya düzenli seferler olmadığını ancak şanslıysak birilerinin bizi oraya bırakabileceğini söyledi. Seyitgazi'de inmeden üç kilometre kadar ilerideki yol ayrımına kadar gittik. Otobüsten indiğimzde saat akşam yediye geliyordu ve bizim hala 30 km yolumuz vardı. Tabelanın gösterdiği ıssız köy yoluna saptık ve otostop için uygun bir araç gelmesini diledik.

Birkaç dakika sonra eski bir otomobilin yaklaştığını gördük ve durdurmak için işaret yaptık. Araba durdu, şoförü bizim yaşlarımızda bir köylüydü. Bizi 2 km ilerideki köyüne kadar götürebileceğini söyledi ve biz de hemen araca bindik. Genç, bizim Yazılıkaya'yı görmek için İstanbul'dan geldiğimizi ve araçsız olduğumuzu öğrenince bunu oldukça garipsedi. Neyse daha sonra bu garipsemelere alışacaktık; çünkü bu ilk otostopumuzdu ancak sonuncu olmayacaktı.

Köy yeri terk edilmiş gibiydi. Köylü genç bizi çoban köpekleri konusunda uyardıktan sonra yoldan ayrıldı ve köyüne girdi. Bizde sırtımızda yüklerimiz, önümüzde kat etmemiz gereken 28 km ile başbaşa kaldık. "Köpekler konusunda ciddi miydi?" düşüncesiyle ıssız mı ıssız yolda yürümeye başladık. İşin kötü yanı hava da kararmak üzereydi ve yoldan hiç araç geçmiyordu. Neyseki 15 - 20 dakika kadar sonra bir araçla karşılaştık ama birincisi araç ters yöne gidiyordu, ikincisi jandarma minibüsydü. Olsun kim demiş jandarma minibüsüne otostop yapılmaz diye?

Diğerlerine göre üst rütbeli olanı bize o yönde araç bulmamızın bu saatte çok zor olduğunu söyledi ve istersek bizi Seyitgazi ilçesine geri bırakabilecekleirini ekledi. Çaresiz durumumuzu göz önüne alınca geceyi geçirmek için ilçeye dönmeye karar verdik ve tekliflerini kabul ettik. Arkada oturan erlerle sohbetimiz sırasında onlarla yaşıt olduğumuzu anladık - Vay be askerlik çağımız gelmiş! - ve İstanbul'dan Yazılıkaya'yı görmeye geldiğimizi söylediğimizde onların yüzünde de daha önce köylü gencin yüzündeki onu tanıdık ifadeyi gördük.

İlçedeki tepeye kurulu Seyit Battal Gazi Türbesi

Jandarma bizi ilçeye bıraktıktan sonra meraklı gözlerle - bizim etrafa bakan gözlerimiz ve ilçelilerin bize bakan gözleri :) - etrafı gezdik. Çeşme başında yaşlı bir amcayla sohbet etme fırsatımız oldu. Fırıncının kamyonetiyle çevre köylere ekmek dağıtmaya çıktığını ve belki bizi de götürebileceğini söyledi. Gece için de tavsiye verdi ve çadırımızı sağlık ocağının bahçesine kurmamızı söyledi. Teşekkür edip ayrıldık. Fırıncıyla konuştuğumuzda moralimiz biraz daha bozuldu. Nitekim ekmek dağıtımına bu sabah çıkmıştı ve sonraki üç gün sonra olacaktı. Akşam yemeğimiz için taze bir ekmek alıp ayrıldık.

Sağlık ocağının yerini sorduğumuz başka bir amca bize öğretmen evi veya lisenin bahçesinin de uygun olduğunu söyledi. Öğretmen evi söylediği kadar uygun görünmüyordu. Biz de lisenin yolunu tuttuk. Bir iki katlı evlerin arasında ilerlerken çok güzel bahçesi olan bir bina gördük. Kapısındaki Türk bayrağından resmi bir bina olduğu anlaşılıyordu ancak üzerinde tabela yoktu. Çadırı oraya kurabileceğimizi düşündük. Ahmet kimseye danışmadan çadırı geniş bahçenin bir köşesine kurmanın sorun olmayacağını düşünüyordu ancak ben birine sormakta ısrar ettim. İyi de etmişim. Orta yaşlı belediye görevlisi buranın huzur evi olarak kurulduğunu ancak talep az olduğundan daha sonra bir çeşit misafirhaneye dönüştürüldüğünü söyledi. Tam yerine gitmişiz! Ancak oda tutmak doğal olarak ücretliydi ve öğrenci milletinin mensupları olarak çadırımız varken buna para verecek halde değildik. Durumu izah ettik ve çadır kurmak için izin istedik. Adam önce zabıta müdürünü aradaı ancak müdür buna yetki veremeyeceğini söyledi. Bunun üzerine görevli, belediye başkanını aradı. Başkan zaten az sonra oraya geleceğini, o zaman konuşabileceğimizi söyledi. Biz de beklemeye başladık. Başkan oldukça iyilik sever biriydi ve kısa konuşmamızdan sonra bizi misafir olarak ağırlayacağını söyledi. Çadır yerine misafirhanede, üstelik ücretsiz kalacak olmak güzel bir haberdi. Teşekkür ettik ve geceyi televizyonu ve rahat ve temiz iki yatağı olan odamızda geçirdik. Bu arada başkana Yazılıkaya'ya nasıl gidebileceğimizi sorduğumuzda ertesi gün oraya gidecek bir araç bulursa bize haber vereceğini söylemişti. Bu ikinci güzel haberdi.

Seyitgazi'de geceyi geçirdiğimiz misafirhane odası

Ertesi sabah dinlenmiş halde uyandık, kahvaltımızı ettik ve görevliye başkandan haber gelip gelmediğini sorduk. Başkan oraya gidecek bir araç bulamamıştı. Yani yola çıkıp otostop şansımızı yeniden deneme zamanı gelmişti.

Yazı beklediğimden uzun sürdü. Üçüncü parçaya bölsem iyi olur.

"Es-Es Gezisi 3: Yazılıkaya"yı okumak için tıklayın.

Yorum Gönder

Yorum yaparken Türkçe'yi doğru kullanma ve argo sözcüklerden kaçınma hassasiyetiniz için teşekkürler!