Korkusuzca Öğrenmek



Küçük bir çocuk, hayata başlayalı birkaç ay olmuş. Uzun zamandır sadece görmekle ve duymakla yetiniyordu. Çevresinde olup bitenler ilgi çekiciydi, henüz anlamasa da güzeldi. Renklerin dansı ve seslerin ahengi… Şimdi yeni bir ufuk açılmıştı önünde, bir süredir emeklemeye başlamıştı. Hani şu iki ayaklılar gibi ilerleyemiyordu henüz ama böyle giderse yakında bunu da öğrenecekti. Seslerin ve renklerin dünyasına ilerleme gücü ile istediği nesneye – henüz çok azına olsa da – ulaşma ve böylece dokunma duyusu da eklenmişti. Şimdi keşfetmek daha heyecan vericiydi. Ve şimdi o bir zamanlar büyüklerinin kucağındayken yukarıdan gördüğü ve tavandaki garip nesneden gelen ışığın üzerinde parıldadığı cam nesneye, ne demişlerdi, “vazo”ya ulaşabilirdi. Yavaşça ona doğru emekledi, zaten daha hızlı gidemiyordu. Sehpanın yanına geldiğinde tutundu, cilalı ahşabı hissedebiliyordu. Destek alıp doğruldu ve ne zamandır yaklaşmak için can attığı vazo tam karşısındaydı. Sol eliyle sehpadan destek almaya devam ederken sağ elini içini kaplayan merakın ve sevincin bir yansıması olsa gerek hızla cam nesneye götürdü. Ama… Ama hızını ayarlayamamıştı. Gözleri önünde o muhteşem nesne önce yere düştü, sonra birçok küçük nesneye dönüştü. Görüntü göz alıcı, ses ise bir anlıktı.

Sonrasında hızla içeriye giren annesini gördü. Bağırıyordu, bir şeyler söylüyordu ve sonra yanağında bir acı hissetti küçük çocuk. Ama annesi bu acıyı ona bilerek yaşatır mıydı? Belki annesi de tıpkı onun az önce yaptığı gibi elinin hızını ayarlayamamıştı. Belki sadece okşamak istemişti yanağını…

Daha çok büyümeye gerek kalmadan anlayacaktı çocuk. Her defasında ellerin hızı ayarlanamaz, sözlerin sonu kestirilemez miydi? Bunu bilerek yapıyorlardı ya da sadece onlar da böyle alıştıkları için.

Koca bir dünyaya daha doğrusu evrene gözlerini açan her bebek koca bir muammayla karşı karşıyadır aynı zamanda. Kendisi ve kendisine benzeyen herkes ve zamanla fark edeceği her şey bilinmek, öğrenilmek, keşfedilmek için bekliyor gibidir onu. Zaten hepimiz az veya çok öğrenme içgüdüsüyle doğarız. Fakat ne yazık ki kısa zamanda körelir bu dürtü.

Denemediğiniz şeyi öğrenemezsiniz. Bir çocuğun her şeye dokunmak, her şeyi tatmak istemesi, ilginç bir sese kulak kabartması aslında bu öğrenme isteğinin en yalın halidir. Ancak zamanla korkutuluruz. Artık birçok şey cızdır kakadır. Ve bu korkular birikir bilinçaltında ve öğrenmekten, keşfetmekten korkan bireyler haline geliriz. Öyle çok korkuyor oluruz ki düşündüğümüz bazı şeyleri söylemek bile tehlikeli gibi gelir artık.

Peki, tanımadığımız bir dünyaya nasıl adapte olabiliriz ki?

Çocuklarınıza izin verin! İzin verin tanısınlar çevrelerini, deneyimleyerek öğrensinler ve anlasınlar. Ve sizi tedirgin eden bir şey varsa nedenlerinizi anlatarak, korkutmadan uzak durmasını sağlayın. Çünkü gerçek eğitim budur. Çünkü hayat, yaşanarak öğrenilir…

Bu makale GASTE'nin 23 Eylül 2008 tarihli baskısının Genç Köşe'sinde de yayımlanmıştır.

Yorum Gönder

Yorum yaparken Türkçe'yi doğru kullanma ve argo sözcüklerden kaçınma hassasiyetiniz için teşekkürler!