Yaklaşık sekiz ay evvel başladığım blog yazma maceramda "Yeni 'Türk Lirası'" başlıklı yazımla yüzüncü yazıma ulaşmış oldum. Aslında yüzüncü yazının kendisinin konusunun şu an yazdığım şey olmasını istemiştim; ancak güncel bir haberden haber bayatlamadan bahsetmek için bunu gerçekleştiremedim. Neyse, sonuçta yapmakta olduğum şey Çinlilerin 2001 yılına girilirken milenyum kutlamaları yapmasına benziyor. Bu yazımda geride kalan 100 yazıyı ve genel olarak DRT23'te yazmayı, blog yazmayı değerlendirmek istiyorum.
İnternet dünyasında blog adı verilen kişisel sayfaların varlığından çok uzun zamandan beri haberdar değildim bu işe başlarken. Diğer blogları gördükten sonra bu işe girip girmemeyi kendimce değerlendirdim. Aklımdaki çekincelerin başında bunun geçici bir heves olabileceği ve birkaç yazı sonra bırakabileceğim vardı. Diğer bir çekincem bunun hızlı tüketim dünyamızın geçici furyalarından biri olabileceği ihtimaliydi. Üstelik benim yazdıklarımı kaç kişi okurdu acaba?
Sonra farkettim ki bu geçici bir ilgi değildi ve kimse benden herhangi birşey beklemiyordu. Tamamıyla bana ait bir mecrada istediğim konuda istediğim gibi yazabilme özgürlüğüm olacaktı. Kendi kendime okunup okunmamayı da sordum. Cevabım bugün de değişmedi: Ben yazarım, kaç kişinin ya da kimin okuduğu önemli değil; önemli olan benim neyi, nasıl yazdığım.
Neyi, nasıl yazdığım... Bunun için kendime bir yol belirlemem ve bu doğrultuda yazmam, yazılarımın en azından belli bir seviyenin üstünde kalmasını sağlayacaktı. DRT23'te yazdığım yazıları iki kategoriye ayırıyorum: güncel haberler ve makaleler - ya da denemeler -. İçinde benden birşeyler yoksa, merakım yoksa, benim yorumum yoksa herhangi bir haberi vermemin bir önemi yoktu. Nasıl olsa insanlar bu haberlere heryerden ulaşabilirlerdi. Bu yüzden haber yazarken bile sadece haber olarak yazmamaya çalıştım. Zaman zaman da ilham geldi ve o an aklımda olan bir konu hakkındaki fikirlerimi paylaştım. Elbette bu iki içerik türünün ötesinde, blog yazmanın gerekliliği olarak DRT23 ile ilgili konularda ve blog dünyasıyla ilgili konularda - yayımladığım temalar gibi - da içerik yayımladım. Ancak, bunların öncelik haline gelmemesine dikkat ettim.
Kısacası belli bir çizgide, istediğim gibi özgürce yazdım. Amacım hiçbir zaman daha fazla ziyaretçi çekmek olmadı; ve bunu sağlamak için olduk olmadık şeyleri blogumda yayımlamadım. Yanlış anlaşılmasın, elbette ne kadar çok kişi DRT23'ü bilirse ve okursa bu o kadar çok kişiye sesimi duyurduğum anlamına gelir ve elbette bunu ben de isterim. Ama önemli olan, ilgi çeken fakat gereksiz şeylerle insanları bu bloga çekmek veya abartarak bunun tek amaç haline getirmek değil. Zaten böyle olursa özgürce yazmanın verdiği keyif kaçar. Önemli olan bu ilginin zamanla ve kendiliğinden, yani doğal olarak gerçekleşmesi.
DRT23'te 100 yazıyı geçtim ve klasik tâbirle dalya dedim. Bu yazımda biraz kendimi ve blogumu sesli düşünerek değerlendirmek istedim. Umarım sen de benim gibi olumlu bakıyorsundur. Bundan sonra da kendime belirlediğim çizgide yazmaya devam edeceğim. Ancak şunu açıkça söylüyorum ki bu blog bir proje değil. Ben bu blogu yazmaya başlarken para kazanmak, belli bir hedefte yazmak veya başka herhangi bir amaçla yola çıkmadım. Bu yüzden ulaşacağım herhagi bir hedef olmadığı gibi beni çeken tek şey yazmak ve düşüncelerimi - zaman zaman da duygularımı (Duygular da aslında sadece düşünce midir?) - paylaşmak. Bu yüzden daha ne kadar bu blogda yazmaya devam ederim bilmiyorum; ama bildiğim şey bu blogda "nasıl" yazmaya devam edeceğim.
100 yazılık yolda yazılarımı okuyan, yorum yapan sen dahil herkese teşekkür ediyorum.
İnternet dünyasında blog adı verilen kişisel sayfaların varlığından çok uzun zamandan beri haberdar değildim bu işe başlarken. Diğer blogları gördükten sonra bu işe girip girmemeyi kendimce değerlendirdim. Aklımdaki çekincelerin başında bunun geçici bir heves olabileceği ve birkaç yazı sonra bırakabileceğim vardı. Diğer bir çekincem bunun hızlı tüketim dünyamızın geçici furyalarından biri olabileceği ihtimaliydi. Üstelik benim yazdıklarımı kaç kişi okurdu acaba?
Sonra farkettim ki bu geçici bir ilgi değildi ve kimse benden herhangi birşey beklemiyordu. Tamamıyla bana ait bir mecrada istediğim konuda istediğim gibi yazabilme özgürlüğüm olacaktı. Kendi kendime okunup okunmamayı da sordum. Cevabım bugün de değişmedi: Ben yazarım, kaç kişinin ya da kimin okuduğu önemli değil; önemli olan benim neyi, nasıl yazdığım.
Neyi, nasıl yazdığım... Bunun için kendime bir yol belirlemem ve bu doğrultuda yazmam, yazılarımın en azından belli bir seviyenin üstünde kalmasını sağlayacaktı. DRT23'te yazdığım yazıları iki kategoriye ayırıyorum: güncel haberler ve makaleler - ya da denemeler -. İçinde benden birşeyler yoksa, merakım yoksa, benim yorumum yoksa herhangi bir haberi vermemin bir önemi yoktu. Nasıl olsa insanlar bu haberlere heryerden ulaşabilirlerdi. Bu yüzden haber yazarken bile sadece haber olarak yazmamaya çalıştım. Zaman zaman da ilham geldi ve o an aklımda olan bir konu hakkındaki fikirlerimi paylaştım. Elbette bu iki içerik türünün ötesinde, blog yazmanın gerekliliği olarak DRT23 ile ilgili konularda ve blog dünyasıyla ilgili konularda - yayımladığım temalar gibi - da içerik yayımladım. Ancak, bunların öncelik haline gelmemesine dikkat ettim.
Kısacası belli bir çizgide, istediğim gibi özgürce yazdım. Amacım hiçbir zaman daha fazla ziyaretçi çekmek olmadı; ve bunu sağlamak için olduk olmadık şeyleri blogumda yayımlamadım. Yanlış anlaşılmasın, elbette ne kadar çok kişi DRT23'ü bilirse ve okursa bu o kadar çok kişiye sesimi duyurduğum anlamına gelir ve elbette bunu ben de isterim. Ama önemli olan, ilgi çeken fakat gereksiz şeylerle insanları bu bloga çekmek veya abartarak bunun tek amaç haline getirmek değil. Zaten böyle olursa özgürce yazmanın verdiği keyif kaçar. Önemli olan bu ilginin zamanla ve kendiliğinden, yani doğal olarak gerçekleşmesi.
DRT23'te 100 yazıyı geçtim ve klasik tâbirle dalya dedim. Bu yazımda biraz kendimi ve blogumu sesli düşünerek değerlendirmek istedim. Umarım sen de benim gibi olumlu bakıyorsundur. Bundan sonra da kendime belirlediğim çizgide yazmaya devam edeceğim. Ancak şunu açıkça söylüyorum ki bu blog bir proje değil. Ben bu blogu yazmaya başlarken para kazanmak, belli bir hedefte yazmak veya başka herhangi bir amaçla yola çıkmadım. Bu yüzden ulaşacağım herhagi bir hedef olmadığı gibi beni çeken tek şey yazmak ve düşüncelerimi - zaman zaman da duygularımı (Duygular da aslında sadece düşünce midir?) - paylaşmak. Bu yüzden daha ne kadar bu blogda yazmaya devam ederim bilmiyorum; ama bildiğim şey bu blogda "nasıl" yazmaya devam edeceğim.
100 yazılık yolda yazılarımı okuyan, yorum yapan sen dahil herkese teşekkür ediyorum.
4 yorum
Benden görmeseydin blogun ne olduğunu bilmeyecektin :)
Yanıtlaoğğllluuuum asagı yukarı da sampiyonsun hee!!!
Yanıtladuygularda aslında sadece düşünce midir? bu yüzeysel bi söylem mi yoksa uzun bi düsüncenin ürünü mü?
Yanıtla@Mafiamax, abimiz değil misin, bize örnek olman gerek ;)
Yanıtla@yusuf, eyvallah...
@duygusuz, bunu yani "duygusuz"u bana atfen mi yazdın :) aslında pekçok kişi gibi ben de duygu - mantık ikilemini çokça düşünmüşümdür. Duyguları yok saymak anlamında ya da onları küçümsemek anlamında değil ama bana kalırsa duygular, düşünceler ve bunların vücudumuz üzerindeki etkileriyle ilgili gibi görünüyor. Uzun uzadıya yazmayayım ama emin ol bu yüzeysel bir ifade değil.
Yorum Gönder
Yorum yaparken Türkçe'yi doğru kullanma ve argo sözcüklerden kaçınma hassasiyetiniz için teşekkürler!